Skip links

New York Gezi Notları

Şimdiye kadar 20’den fazla ülkede 70’e yakın şehir görüp gezme şansı bulmuştum.  Bunların sadece bir kısmı ile ilgili notlarımı bloguma aktarabildim. Viyana, Hong Kong ve Tanzanya – Zanzibar seyahat notlarım için linklere tıklayabilirsiniz. Her keyifli seyahatimde yanımda olan eşim İkbal ile gördüğümüz onca şehir arasında tekrar gitmek için en çok hevesli olduğum şehir olarak da tarihe geçti New York.

New York’u benim için diğer şehirlerden ayrı kılan en önemli (belki de tek) şey, çocukluğumdan beri gitmenin hayalini kurduğum şehir olmasıydı. Benim için “Amerika” demekti. Öyle ki geçtiğimiz senelerdeki San Francisco ve San Diego seyahatlerimi Amerika’ya gidilmiş olarak saymadım. New York’u bu derece başkalaştıran temel sebep de muhtemelen çocukluğumdan beri izlediğim filmlerin pek çoğunun bu şehirde geçmesiydi. New York’ta geçen en güzel (elbette göreceli) 100 filmin listesine buradan veya buradan bakabilirsiniz. Gitmeden önce birkaç tane izlemek fayfalı oluyor. O filmlerin çoğunda bir kaçış sahnesi vardır ve genelde aşağıdaki fotoğrafımızda olduğu gibi yangın merdivenleri bu kaçışa sahne olur.

Büyük şehirler arasında gezmiş olduğum Hong Kong, Bangkok, Londra, Amsterdam, Stockholm, Paris, Roma, Barcelona ve İstanbul ile karşılaştırıldığında New York en çok İstanbul’a benziyor. 24 saat ayakta olan bir başka örnekle şimdiye kadar karşılaşmadım.

New York’un bizim gezdiğimiz iki önemli merkezinden Manhattan (diğeri Brooklyn) büyük bir ada aslında. Sanıldığının aksine Bronx, Brooklyn, Queens, Staten Island ve Manhattan isimli 5 bölgeden en kalabalık olanı Manhattan değil. Brooklyn ve Queens, yaşayan kişi sayısı açısından diğer 3 bölgeden öndeler.

Manhattan adası, aşağı şehir (downtown), orta şehir (midtown) ve yukarı şehir (uptown) olmak üzere üç ana bölüme ayrılıyor. Şehir bildiğiniz ızgara planında inşa edilmiş. Sokaklar (street) doğu-batı yönünde giderken caddeler de (avenue) kuzey-güney yönünde dizilmiş. Aşağı şehir, adanın 14. sokağın altında kalan kısmı. Orta şehir 14. sokaktan 59. sokağa kadar olan kesimi kapsıyor. 59. sokağın yukarısı ise yukarı şehir. Kuşbakışı aşağıdaki gibi bir yerleşimi var Manhattan Adası’nın.

Bizim seyahatimiz ekimin ilk yarısına denk geldi ve dendiği kadarıyla New York için en iyi zamanlardan biriymiş. 8 günlük seyahatin sadece bir günü yağmur gördük, onun dışında güneşli ve güzel bir hava vardı. New York’ta hava şu anda nasıl merak ediyorsanız buraya tıklayabilirsiniz.

New York oldukça eski bir şehir aslında. Şehrin altı tamamen metro ağları ile örülü olduğundan ve metronun geçtiği raylar şehir zeminine çok yakın olduğundan, New York’un karakteristik kokusu “metro kokusu” oluyor. Metroya binmek için kart alırken kredi kartı kullanıyorsunuz. Bir geçiş 2,5 $. Bizim paramızla 5,5 TL (Ekim 2014 itibariyle) dolayında ki bence oldukça pahalı. Tüm metro hatlarına buradan bakabilirsiniz.

Şehirde bakkal dükkanı yok ama açığı Starbucks ile kapatmışlar, neredeyse her köşe başında. Benim bu tarz kahvelerle pek aram olmadığından pek işimiz olmadı Starbucks’larla. Yazının devamında aşağıda fotoğrafı bulunan süper çikolata-kahve dükkanını anlatacağım 🙂

#spoiler : Max Brenner

Bizim kaldığımız otel, Hampton Inn Manhattan Times Square North 8. Cadde 50. sokaktaydı. İki ana nokta olan Times Square ve Central Park’a 10’ar dakika uzaklıkta olması bize kolaylık sağladı. Otelin tam karşısındaki metro istasyonundan şehrin pek çok yerine bağlayan B-C-E hatları geçiyor. Otelin tamamında ücretsiz kablosuz ağ mevcut ve 24 saat boyunca sıcak içecek ve elma alabileceğiniz bir masa var. Personelin tavrı bizim için çok rahatlatıcıydı. Sabah kahvaltısının en zevkli kısmıysa kendi başımıza waffle yapabilmekti! Bunun yanında açık büfede omlet, yoğurt, meyve, kruvasan ve kek servis ediyorlardı ki bence fazlasıyla yeterliydi. Odaların konforu da gayet iyiydi. Bu oteli size kesiklikle öneririm. Ekim ayında oda fiyatları gecelik 800 – 1.200 TL arasında değişiyor. Booking.com’dan belirlediğiniz tarihlerdeki fiyatları görmek için buraya tıklayabilirsiniz.

Central Park

Central Park beklentilerimin ötesinde bir parktı, itiraf edeyim. Tamamını gezmek için bir yarım gün (siz deyin tam gün) ayırmak gerekir. Birkaç fotoğraf ekledim yazıma ama oranın tadının yürüyerek, koşarak ve bisiklete binerek çıktığı çok net.

Parkın orta yerinde The Loeb Boat House var ki bir kahvaltıya ya da öğle yemeğinde uğramak şehrin orta yerinde bambaşka bir psikolojiye girmek için çok güzel fikir. Bu fotoğrafları orada çektik. Çektik derken; New York’a en güzel gezilerimi paylaştığım, daimi seyahat arkadaşım, sevgili eşim İkbal ile gitmiştik, fotoğrafların bir kısmını da o çekti. Central Park çevresinde, caddelerde ve sokaklarda kedi köpek yok ama sincap çok! İşte, her yerin kendine özgü bir şeyleri var. 

Whitney Museum of American Art

Whitney Museum, Central Park’ın hemen yakınında bulunan bir sanat müzesi ve enteresan sergi ve aktiviteler oluyor. Bir not, müze çok yakında Meatpacking District’e taşınıyor. Meatpacking’den ayrıca bahsedeceğim. Bizim orada bulunduğumuz dönemde çatlak sanatçı (kimileri onu sanatçı olarak tanımlamıyor) Jeff Koons sergisi vardı. Jeff Koons ile ilgili ekşisözlük’te de pek çok yorum var. Aşağıdaki eserler ona ait.

 

Brooklyn Bridge (Brooklyn Köprüsü)

Manhattan adasını doğu tarafından Brooklyn’e bağlayan bu köprü son derece turistik bir yer. Yürünerek karşıya geçilebilen bir köprü olduğundan bolca turist çekiyor. Turist gibi turist olmayı cool bulmayanlar için bile bir defa yürümekten bir şey çıkmaz bence. Manhattan’ın güzel fotoğraflarını da çekebileceğiniz güzel açılar yakalayabilirsiniz.

Chelsea Market

Şehrin eğlence ve yeme içme aktivitelerinin merkezinde yer alan bir pazar burası. Hemen aşağısı Meatpacking District. Tüm dükkanlar ve diğer detaylar için buraya bakabilirsiniz. Bizim Mısır Çarşısı’nın Amerikan versiyonu dersem yanlış olmaz. Bence Mısır Çarşısı çok daha zengin ve gezmesi daha zevkli, o ayrı. Canınızın istediği her türlü yiyeceği (wasabili leblebi mesela) bulabileceğiniz, türlü hediyelik eşyalara rastlayabileceğiniz ve sıkı durun, YouTube stüdyolarının da içinde bulunduğu Chelsea Market; bizim aklımızda çok taze deniz ürünlerinin anlık olarak suşiye çevrildiği ve kalabalıktan ayakta durarak ellerimizle yediğimiz ıstakoz ile kaldı. 9. Cadde üzerinde bulunan pazardan çıktıktan sonra solunuza dönüp dümdüz yukarı yürüyerek oldukça keyifli bir yoldan Central Park’a kadar yürüyebilirsiniz. Bu sayede New York’un filmlere sahne olan tipik bina dışı yangın merdivenlerini de bolca görmüş olursunuz.

Çok Avangard Bir Gece

Sevgili Bülent Ağabey’in (Bülent Becan) New York’a gitmeden önce yazışarak beni tanıştırdığı arkadaşı Jess Hocam (Prof. Dr. Jess Benhabib) yaklaşık 30 senedir orada yaşamakta. Halen New York Üniversitesi’nde Ekonomi Bölümü’nde akademisyen olarak çalışıyor. Kör istedi bir göz, Allah verdi iki göz hesabı Jess Hocam ve sevgili eşi Madeline bizi bir gece, daha önce hiç deneyimlemediğimiz, muhtemelen bundan sonra da pek rastlayamayacağımız bir etkinlikte ağırladılar. Madeline halen aktif müzisyenliğe devam eden bir violist. Jess Hocam’ın bu mekanı seçmesinin tesadüf olmadığını düşünüyorum.

Gittiğimiz mekanın adı Le Poisson Rouge idi. O gece viola, piyano ve arptan oluşan bir trio, hem de yemek eşliğinde çaldı. Violist Kim Kashkashian dünya çapında bir violistmiş, orada öğrendik. Sonradan öğrendiğimiz bir detay daha var, 2013 Haziran ayında İstanbul’da bir konser vermiş. Samimi olmak gerekirse dinlediğimiz müziği pek hazmettiğimizi, büyük keyif aldığımızı söyleyemem. Buna rağmen New York’un en avangard kulüplerinden biri olarak bilinen ve enteresan müzik türlerini icra eden müzisyenlere ev sahipliği yapan bu mekanda bulunmak bile heyecan vericiydi. Bu müzik türleri arasında caz da var, elektronik de, rap de. Mekan New York Üniversitesi öğrencilerinin sıkça takıldığı Greenwich bölgesinde.

Dinleti sonrası bir şeyler içmek üzere gittiğimiz nefis İtalyan kokulu (sarımsak ve zeytinyağı), İtalyan gürültülü ve İtalyan lezzetli La Laterna di Vittorio ise gerçekten çok sevimli bir mekan. Öğrenciler müşterilerin çoğunluğunu oluşturduğu için fena gürültü var ama bu bizi rahatsız etmedi. Ortam samimi olunca gerisini önemsemiyor herhalde insan. Sevimli bir kış bahçeleri var, biz orada oturduk. Yağmur ve karda harika olur muhtemelen.

Seyahat blogu yazacaklara tavsiye:

Her gittiğiniz yeri not almak yerine Swarm (Foursquare) ya da Yelp gibi lokasyon bazlı işleyen yer bildirim ve işaretleme uygulamalarından birini kullanın. Her gittiğiniz yerde, elbette eğer değeceğini düşünüyorsanız kısa tavsiyeler (tip) yazın. Böylece aylar sonra bile elinizde blog yazacak malzemeniz hazır olur.

New York biraz da caz – jazz demek.

Google’da yapacağınız “New York Jazz” aramasının sizi götüreceği adreslerin başında Blue Note geliyor. Hayır biz bu sefer Blue Note’a gitmedik. Gittiğimiz kulübün adı Jazz at Lincoln Center idi. Central Park’ın ana girişinin bulunduğu Columbus Circle, pek çok ofis, restoran ve café gibi buraya da ev sahipliği yapıyor. Haftanın her akşamı farklı bir sanatçı veya grubun canlı performansı var. Güzel kokteyller yapıyorlar. Performansa giriş ücreti komik. Komik çünkü kabaca bir bira fiyatına denk geliyor, 10-15 dolara yani. Amaç belli, herkes gelip izlesin. Bizim orada bulunduğumuz akşam, bir trioya (piyano, davul ve kontrbas) başarılı bir vocal ve bir tap dance ekibi eşlik etti. Caz eşliğinde tap dance değişik bir tecrübe oldu bizim için.

Markalar Geçidi – 5. Cadde – 5th Avenue

New York 5. Cadde (5th Ave) aklınıza gelebilecek tüm ünlü markaların sıra sıra dizildikleri upuzun bir yol. Buradaki dükkanların bir kısmı ciddi bir sanatçı ekibin elinden geçmiş izlenimi veriyorlar. O kadar güzel tasarımları var ki, mağaza mı yoksa sanat galerisi mi karar vermek zor. Bende en çok satın alma isteği yaratan mağaza, Ralph Lauren idi. İçeri adım attığım anda başlayan bir keyif mekanıydı sanki. Bir şey satın almadan çıkmam zor oldu ama başardım. Camper mağazası ise tam design shop idi.

En güzel cheesecake nerede yenir?

Gittik, gördük, yedik: Junior’s Restaurant – Grand Central Terminal. Bir taşla iki kuş vurduk aslında. Oraya kadar gitmişken bir sürü filme set olmuş Grand Central Terminal’i görmeden dönmek istemedik elbette. Orada çekilen en mühim 5 film hangisiydi merak eden varsa buradan bakabilir. Junior’s Restaurant bildiğin Amerikan fast food mekanı. Çeşit çeşit cheesecakeleri var, seçin birini çok düşünmeden.

Çikolata ve kahvenin harika dekorla buluştuğu yer: Max Brenner

Aklınıza gelen veya gelmeyen her çeşit çikolata ve kahveyi tadıp satın alabileceğiniz çok sevimli bir mekan. Gayet ferah ve geniş bir yer, uzun uzun oturup sohbet etmeye de uygun. Biz bar kısmında oturmayı tercih ettik, tüm mekana hakim olduğundan güzel fotoğraflar çektik.

Kuşbakışı New York: Empire State Building

Evet herkes bilir New York’a gelindiğinde buranın tepesine çıkılması gerektiğini. Bir kez de benden duyun o zaman. Mümkünse seyahatinizin ilk günlerinde çıkmanızı öneririm çünkü bu manzara ve verdikleri e-rehber şehri çok iyi anlamanızı sağlıyor. Buraya çıktıktan sonra şehri dolaşmak daha verimli ve keyifli oluyor.

Sanat Sokakta!

Benim için New York seyahatinin en heyecan verici kısımlarından biri de gitmeden önce planladığımız ve rezervasyon yaptırdığımız Bushwick street art turuydu. Bu siteden pek çok şehirde alabileceğiniz turlar için rezervasyon yapabilirsiniz. Adı üstünde bedava turlar ama ne kadar isterseniz o kadar bahşiş verebiliyorsunuz.

Bushwick’in Brooklyn bölgesinde bulunan bir açık hava street art (sokak sanatı) merkezi olduğunu söyleyebilirim. Yüzlerce sanatçının yüzlerce graffitisini görebileceğiniz çok heyecan verici bir yer. Devletin de desteklediği bir proje aslında Bushwick. Bundan birkaç yıl önce buraya adım atmak bile cesaret istiyormuş, belalı bir bölgeymiş. Şimdiyse bolca turist çeken bir yer. Oraya kadar gitmişken sevimli bir çikolata – kahve dükkanı olan Fine and Raw Chocolate Factory’de (aşağıdaki ilk fotoğraf) oturup, etraftaki hipsterları izleyip eğlenebilirsiniz.

 

Little Italy

Manhattan’ın aşağı doğu tarafındaki Little Italy bölgesinde bir sürü restoran ve café bulabilirsiniz. Biz biraz araştırdıktan sonra Peasant’ta karar kıldık. Şimdiye kadar gittiğimiz (abartı yok) en gürültülü restoran orası olabilir. Son derece şık ve sıcak dekorasyonlu bir İtalyan restoranı olduğunu düşünüyorum ama insanlar tahmin edemeyeceğimiz kadar yüksek sesle konuşuyorlardı.  Az ama öz menüsü olan bir restoran ve siparişlerimizin hepsi gayet lezzetliydi. Oradan çıkıp hemen yakınındaki Spring Lounge’a geçebilirsiniz. 20’ye yakın çeşit biraları var ve tipik bir Amerikan barı tadı almak için denenebilir.

Meatpacking District

20’ye yakın mekanın bir arada bulunduğu, Chelsea Market’in hemen alt tarafında yerleşik bir bölge. Gece hayatının nabzı burada tutuluyormuş dediler, o yüzden gittik. İlk gidişimizde Standart Grill’de bir akşam yemeği yedik. İkinci geceyse Fig and Olive’e gittik. İkisi de oldukça iyi kalitede bir servis ve iyi yemeklerle bizi memnun etti. Fig and Olive mesela, Türkiye’deki en iyi mekandan bile daha iyi çıktı bence. Sadece bir aralar iyi ellerde yönetilen Pipa Nişantaşı burayla şıklık ve stil açısından yarışabilir bana kalırsa.

New York ile ilgili bizden bu kadar, değerli katkı ve yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen.

Yorum yapın

  1. Bir daha gidecegim. Cok guzel anlatmissiniz. “Yediginiz ictiginiz siizn olsun, gorduklerinizi anlatin” derler ama, siz yiyip ictiklerinizi de anlatip istah kabartmissiniz.
    Adim da geciyor ya, cok begendim!