Merhaba. “Tadı en iyi baharda çıkar” diyenlerin çokluğuna rağmen Kasım’da gidip, güneşli ama soğuk üç gün geçirdiğimiz Viyana’nın renkli, lezzetli, eğlenceli mekanlarını anlatacağım bu sefer.
Kopenhag’ın soğuğunu ve işlevselliğini, Milano’nun şıklığıyla harmanlayın, üzerine birazcık da çok bilindik Paris kafelerini (aslında kafelerin anavatanı Viyana ama bunu pek azımız biliyoruz) serpiştirin, Viyana gözünüzde canlansın. Viyana pahalı bir şehir. Masrafı azaltmak için; mümkün olduğu kadar önceden otel rezervasyonu yaptırın, toplu taşımayı kullanın, hediyelik eşya almak için şehir merkezindeki büfeler veya dükkanlarda cüzdanı boşaltmaktansa ara sokaklardaki orijinal ama ucuz şeyler satan minik dükkanları tercih edin. Şehirde, Spar marketleri çok yaygın ve her türlü temel ihtiyacınızı buradan karşılayabilirsiniz. Otel rezervasyonlarınızı, sık tercih edilen internet sitelerinden yaparsanız, hem otelin hizmetleri, lokasyonu ve yakındaki aktiviteler hakkında zengin bilgi içeriğini görebilirsiniz, hem de pek çoğunda ücretsiz iptal opsiyonuna sahip olursunuz.
Viyana, yürüyerek tat alınacak şehirlerden biri. Yine de eğer hava soğuksa ve zamanı daha iyi kullanmak isterseniz 18,50 Euro ödeyerek 3 günlük Viyana Kartı (Wien Karte) almak akıllıca olur. Tüm toplu taşıtlarda geçiyor, müzelerde %10-20 arası indirim sağlıyor, alırken yanında verdikleri küçük kitapçıkta da şehirdeki indirime dahil diğer mekanları gösteriliyor.
Şehrin merkezi tüm mekanları Stephansdom Katedrali etrafında toplanmış. Bunların arasında;lüks markaların mağazalarının bir araya toplandığı ve vitrin alışverişi için ideal bir cadde olan Kartner Caddesi; tipik kafeler, pastaneler, kitapçılar, restoranlar için Graben bölgesi, şehri klasik bir Orta Avrupalı katılığından kurtaran Tuna Nehri kıyıları, Stephansdom’a yürüyerek beş-on dakikadır. Bunlar haricinde, şehrin silüetini çıkarmak için tramvay ve ring hat yapan otobüslerden faydalanabilirsiniz.
Tamamen tesadüf eseri 11.11.11 tarihinde saat 11.11’de Viyana’daydık ve bugüne özel aktivitelere tanık olduk. Graben Meydanı, o gün büyük bir kalabalığa sahne oldu. Waltz (vals) sezonu, halkın ve büyük bir orkestranın katılımıyla, müzik ve dans eşliğinde açıldı.
Viyana’da iki önemli Türk etkisi: Klasik müzikte davul ve ünlü kafeleri
Klasik müzikte davul
Kısa bir araştırma turuyla, Viyana Kuşatması öncesi, klasik müziğin vatanı kabul edilen Viyana’da orkestralarda davula yer verilmediğini öğrendim. Viyana Kuşatması sırasında ünlü müzisyenler, Mehter Takımı’nın ana enstrümanlarından olan davulun sesini duyup, daha sonra da bu enstrümanı klasik müziğin içine dahil ederler.
Viyana’nın ünlü kafeleri
Farklı kaynaklarda da üç aşağı beş yukarı bu anlatacaklarıma benzer bilgiler mevcut, ben tr.wikipedia.org sitesini baz aldım. Bir efsaneye göre, Viyana’nın 1683‘te II. Viyana Kuşatması‘ndan kurtuluşu sırasında Merzifon’lu Kara Mustafa Paşa’nın sefere çıkarken yanlarına aldığı, içinde kahve çekirdekleri bulunan torbalardan biri bulunmuş, deve yemi zannedilen kahveler yakılmak istenmiş. Lehistan Kralı Jan III. Sobieski bu torbayı subayı ve çevirmeni Georg Franz Kolschitzky‘e vermiş ve Kolschitzky de ilk Viyana kahvesini kurmuş. Kimi denemelerden sonra süt ve şeker ekleyerek Viyana’nın geleneksel kahve çeşidi olan Melange’ı icat etmiş.
Gerçekteyse ilk Viyana kahvesini açan 1685 yılında Johannes Diodato adında Osmanlı’dan gelen bir Ermeni‘ymiş. Yeni içecek kısa sürede yaygınlığa ulaşmış, 1819 yılında 25’i şehir merkezinde bulunan 150 tane kahvehane tespit edilmiş. Bu sayı 20. yüzyılın başında 600’e ulaşmış. Dünyanın en çok kahve tüketen toplumlarından olan İtalyanlar ise 1620 yılında, Viyana’dan aldıkları kahveyle, ilk kafelerini Venedik San Marco meydanında açmışlar.
Benim mutlaka görmenizi önerdiğim mekan Demel olacak. Bu tarihi pastane-kafenin macerasının başlangıcı 1860’ lı yıllara kadar uzanıyor. Bu mekana aslında pastane veya kafe demek biraz haksızlık sanırım. En çok bilinen Avusturya pastane ürünleri olan apple-strudel (elmalı tart) ve sacher torteden (kakaolu kek) tutun, zamanın Kraliçesi Sisi’nin “hastası olduğu” menekşeli şekerlere kadar pek çok klasiği barındıran bir lezzet sergisi ve müzesi. Şimdiye kadar bulunduğum tüm diğer yeme-içme mekanlarından burayı ayırt eden en önemli özelliği, iştah açıcı mutfağının bir cam ile kafeden ayrılmış olması. Soğukta üşümüş ellerinizi kahve fincanıyla ısıtıp, masanızda oturup tatlınızın keyfini sürerken, bir yandan da mutfaktaki kimi bilim adamı edalı, kimi işi büyük eğlenceye çevirmiş personeli izleyip, fotoğraflarını çekebiliyorsunuz. Yine diğer tüm mekanlardan en önemli farkı gerçek anlamda kimsenin sizi rahatsız etmemesi, zaman sınırlaması olmadan orada keyif yapabilmeniz. Farklı birkaç kaynaktan Viyana kafe kültürünün ayırt edici özelliğinin, sadece bir fincan kahve içerek saatlerce oturabilmeniz olduğunu okumuştum. Bizim için Demel’in sempatik bir yönü daha var, halihazırda DO&CO isimli, kurucusu Türk olan şirketin burayı işletiyor olması.
3 Gün, 2 Farklı Restoran
Viyana’da gerçek anlamda “çok güzel” bir yemek yemek istiyorsanız, hele de dünyanın en ünlü pop figürlerinin bu şehirde mutlaka ziyaret ettiği bir mekan sizi biraz daha heyecanlandırıyorsa, o zaman Plachutta’dan şaşmayacaksınız. Bu oldukça şık restoranın duvarları buraya kadar gelip yemek yiyen ünlülerin fotoğraflarıyla süslü. Burası sadece ünlü bir restoran değil, aynı zamanda çıkarken, özel yemek tariflerinin verildiği, kendi isimleriyle çıkardıkları kitaplardan da alabileceğiniz bir “yemek kültürü” adresi. Akşam geç saatlere kadar servis veriyor ama kapıdan dönmek istemiyorsanız rezervasyon şart. Biz bir kez, büyük bir şans eseri, akşam 10 civarı, rezervasyonsuz ve içerisi oldukça kalabalıkken girebildik ama ikincisi zor. Bu restoranın spesiyaliteleri, bakır tencerelerde, ağır ateşte pişirilen sulu et yemekleri ama bunun haricinde başka seçenekler de var. Sipariş ettiğiniz yemek masaya fotoğraftaki gibi geliyor. Hele de dışarıda hava 2-3 derece civarlarındayken buraya denk geldiyseniz, tam bir ziyafet keyfi! Önce yemeğin suyunu, içindeki sebzelerle beraber kaselere aktarıp, çorba olarak içiyorsunuz (Bu aşamada yemeği biraz daha ertelemek pahasına, çorbanın hiç bitmemesini diledik, çok lezzetliydi). Menüde yemeğin isminin altında, dananın hangi bölümünden parçalar içerdiği belirtiliyor. Biz, kemikli ve kemiksiz, ancak haşlamaya çok uygun yumuşacık etlerin olduğu “tadım tenceresi” ni seçtik. Birkaçının fotoğrafına da yer verdiğim bazı ünlüleri de saymadan geçmeyelim: Al Gore, George Lucas, Pele, Placido Domingo, Vladimir Putin, John Malkovich, Don Johnson, Ömer Şerif, Bette Midler, Woody Allen, Tom Jones, Bill Wyman. İki kişi; bir başlangıç, iki kişilik tencere yemeği, yarım litre ev yapımı şarap için 74 Euro ödedik. Günümüzde pek çok restoranın internet sitesinde menü ve fiyatlara yer veriliyorsa da Plachutta bu bilgiyi yayınlamamayı uygun görmüş, dolayısıyla önceden hazırlıklı olabilmeniz için bu detayı paylaşmayı uygun gördüm.
Denilen o ki, burası dünyanın en iyi şinitzelini (schnitzel) yapıyormuş…Dünyanın en iyisi mi bilmek mümkün değil elbette ama, gündüz vakti bile oldukça kalabalık olmasından yaptıkları işin hakkını verdikleri izlenimini edindik. Galeta ununa bulanan ince ama oldukça büyükçe kesilmiş eti derin yağda kızartma yöntemine şinitzel adı veriliyor ve Viyana’nın tüm dünyada tanınan en ünlü yemeği bu. . Şinitzeli dört tür etten yapıyorlar: Kuzu, tavuk, hindi ve domuz. Yanında bira yakışıyor ve Viyana’da bu konuda fazlaca alternatif mevcut. Menü detaylarını internet sitesinden görebilirsiniz.
Her yeri stil kokan, son derece özenli dekore edilmiş, menüde “az ama öz” çizgisi takip edilmiş, tabir yerindeyse “dünyanın neresinde açsanız gidecek” bir mekan! Sahibi yıllardır Viyana’da yaşayan bir Suriye’li. Mutfaktaki şef de Suriyeli (böyle ekstra bir mekanda, kimyonlu mercimek çorbasını içerken buna yakın bir tahminde bulunup, garsona sorarak bu detayı öğrendik). Yemek masalarının tam karşısındaki kara tahtaya beyaz tebeşirle farklı dinlerin ibadethanelerinin silüetleri çizilmiş ve, Almanca “Gerçekte eviniz neresi olursa olsun, burada evinizdesiniz” anlamına gelen bir cümle yazılmış. Daha önce hiçbir restoranda karşılaşmamız olmamıza rağmen, muhtemelen mekanın şıklığının yanında olağan dışılığından dolayı içeride serbestçe gezinen sevimli köpek de bizi hiç “bozmadı”. O kadar ki, yemek bitiminde, masanın yanına gelip, tabağımdaki kemikleri “rica eden” afacana hepsini ikram ettim, restoranın orta yerinde hepsini mideye indirdi ve kimse dönüp bakmadı bile! Bu mekan aynı zamanda belli bir saatten sonra bar-klüp havasına giriyor. Müzik de, bar bölümündeki koltuklar da, ışıklandırma da, estetik sever bizleri çok memnun etti. Almanca da olsa, internet sitesinde pek çok detay mevcut.
Gece
Şehirde, eğlence mekanlarının bir arada bulunduğu en popüler bölge, Tuna Nehri boyunda seyreden Franz Josefs-Kai caddesinin Scwedenplatz durağına (hava alanından bu durağa direkt otobüs var, kişi başı 7 Euro) yakın, “Musevi Mahallesi” diye anılan yer. Bu bölgede her stil müzik ve eğlence var. Bazı saatlerde “happy hour” uygulaması da var. Caz meraklıları için de alternatifler var.
The Pub: Burada henüz yeni açılmış olan, Almanya, Çek Cumhuriyeti ve Avusturya’da şubeleri bulunan, hareketli bir mekan. Bu sayfaya konu olan iki özelliği var. Masalarda dört adet bira musluğu var, bu muslukların hemen üstünde de bir dokunmatik bir ekran. Masaya oturduğunuzda, eğer başka bir şey içmeyecekseniz boş bira bardaklarını getiriyorlar. Doldurduğunuz kadarı anında hem hesabınıza yansıyor hem de büyük bir duvardaki “lig sıralamasına” yansıyor. Evet, Avrupa çapında yeni bir konsept olan bu barın tüm şubelerindeki masalar “en çok birayı kim içecek” yarışması yapıyorlar ve durumları anlık olarak ekranda görüyorlar. Masadaki minik dokunmatik ekranda ise şarkı seçenekleri var. Buradan istediğiniz bir şarkıyı seçip, hem dinleyebiliyor, hem de bardaki herkese dinletebiliyorsunuz. Yani müzik, bar sakinleri tarafından belirleniyor. Bir şarkı 15 cent, hesaba ekleniyor.
Tuna Nehri’nin şehir merkezine göre diğer tarafında bulunan Hotel Sofitel’in çatı katında muhteşem manzaralı bir restoran-bar-lounge. Tüm şehri ve Tuna Nehri’ni tepeden görmek, ünlü Belvedere Sarayı’nı, uzaktan, ışıklandırılmış olarak izlemek ve son moda kokteyller için Le Loft çok iyi bir seçim olur. Akşam yemeği için rezervasyon şart.
Gezinti ve Alışveriş
Hava yürümeye uygunsa, bir-iki saatinizi Tuna Nehri boyunca yürümeye ayırın. Nehir boyunca çok orijinal sokak sanatı eserleri var.
*Viyana’ya kadar gidip, Belvedere Sarayı’nı görmeden dönmeyi düşünmeyeceksiniz elbette. O zaman, sarayın giriş kapısının hemen yanındaki Salm Bier isimli kalabalık ve hareketli restoran, şinitzel yemek ve farklı bira türlerini denemek için olduğu kadar, oldukça iyi fiyata (fiyatları 2,80 – 6.00 Euro arası değişiyor) hediyelik bira bardakları almak için de uğrayabileceğiniz bir mekan.
*Schwedenplatz durağı yakınlarından binebileceğiniz 2 no’lu ring hat yapan tramvay ile Ottakringer bölgesinde kısa bir gezinti yapıp, ne kadar da Türkiye’ye benzediğine şaşıracağınız Türk Mahallesi’nden geçebilirsiniz. Bu tramvayın dönüş yolunda, büyük bir meydanda kurulan bit pazarında her türlü eşyanın yanı sıra , temiz kullanılmış, iyi fiyata plaklar bulabilirsiniz.
*Şehir merkezinde, Kartner Caddesi’ne açılan bir ara sokakta bulunan Doblinger Müzik Mağazası, müzik meraklıları için mutlaka görülmesi gereken bir yer.
*Lüks kalem, çeşitli ve kaliteli mutfak aletleri meraklıları için Kartner Caddesi’nde pek çok dükkan bulunmakta.
*İşlek caddelerde “sıcak satış” yapan, muhtemelen üniversite öğrencisi olan, hemen o akşamki konsere bilet almanız için sizi bir şekilde ikna edecek olan gençlerle çok sıkı pazarlık yapmayı unutmayın. 40 Euro’luk bileti 20 Euro’ya getirebilirsiniz. Bununla beraber konseri küçük bir salonda, diğer turist gruplarıyla beraber izlemeye hazırlıklı olun.